Veysel Karani ile Aşka Yolculuk – Edebiyat

Ben Üveysim gidip gelir yüreğim sonsuzluğun iki yakasında, Yemen ile Hicaz arasında. Bir yandan ana hatırı, önüne geçilmez, paha biçilmez; öte yandan gül kokulu peygamber hasreti, iç yakıcı, yürek burkucu.

Ben Üveysim yaban çöllerde deve çobanı… Konuşurum cümle âlemle.

Ben Üveysim ele emeği göz nuru yadigâr, zifiri karanlıklar ortasında koptu kopacak bir bahar. Sırf Resulullah’ı görmeyen gözlerimin gözyaşlarını hepten koyuvermek için. Sırf sonsuzluğun iki yakasında ilahi cilveye mazhar olmak için. Sırf gül sultanın hatırı için.

Resulullah’ın gönderdiği hırka-ı şerifle gözyaşlarına boğulacak ümmet-i Muhammed, gözyaşlarına doyacak benim gibi garip sürgünler, rahmete gark olacak tekmil kâinat. Sel olup akacak gözyaşları nisan yağmurlarıyla.

İşte yağmur kuşlarım, yağmurla bir doluşmuşlar ağaçlarıma. Kırıldı kırılacak şirazesi gönül bağımın. Dökülür üzerimden yamalı esvaplarım, saçılır etrafıma günahlarım. Ömrüm yokuş yukarı, imtihan yurdu. Nasırlı ayaklarımda döner yaşlı küre, hep bir salâvatın hatırına, bir duanın yüzsuyu hürmetine.

Sonsuzluğun iki yakasında dururum; ukbama dolar Muhammed-i muhabbet, ayaklarımdan çeker dünyevi esaret. Anacığımın duasına bakarım, gidip gelirim iki sonsuzluk arasında. Ne bakan olur ne de gören. Çıkarırım yamalı esvaplarımı, yürürüm Rabbimin takdir ettiği ruhsata, öngördüğü aşk mektebine. Hep Muhammedî bir yâdın hasretinde, gözlerim yollarda, uzaklarda, ağyarda. Beklerim dağ başlarında, çöl ortasında, yetim bir münacatın kancasında. Beni bekleyen bir muştu var, bilirim, yed-i beyza. Habib-i Kübra var ebediyet kapısında, bilirim, dürr-i yekta. Sonra vuslat var münteha. Garip bir sürgünüm nihayetinde, aşk-ı Muhammed ile yanıp kül olmuş kanatlarım.

İşte bu bir katre içindeki deryadır gözyaşlarım çağlar boyu çağıldayıp duran, Resulullah’ın selamını taşır üzerinde, kıyamete. Bu bekaya müptela fani adımlarımdır, yürürüm ayaklarıma dolanan görünmez mesrur zincirlerle. Nerden gelip nereye gittiğimi bilirim. Bu garip bir sürgünün biçare ilticasıdır, yalın ayak inziva yurdu, şerha şerha köşe bucak. Kaçarım kendimden, yönelirim hepten Rabbime. İki hasretin kancasında asılırım yaşama, boynumda Muhammed-i Aşk halkası, yürürüm, gece gündüz bir başıma, ıssızlığımda.

Dolup taşarım hasretimde. Gözümde titrer iki cihan serveri, kâinatın efendisi, âlemlerin nuru, şahadetlerin en güzeli. Doldururum heybemi ömrüme biçilen sayılı günlerden, yamalı zamanlardan, dağlardan, taşlardan. Her vaktin encamında ve mekânın hitamında takılır gözlerim maveraya. Dizilir boğazıma bütün dualarım. Bir yeşil rüya dolacak kubbeme. Ondan bir haber getirecek, gülü reyhan kokacak kevire dönmüş kalbim. Annem kötürüm duldasında, dualarıyla önümden gidecek. Babam hiç bilmeyecek, bilinmeyecek. Ümmet yeni nazarlarla intizarlarını bozduracak. Yunus’un, Akif’in, ümmet-i Muhammed’in ruhu şad olacak.

Dünya ıssız bir çöldür hepten Resulullah’a hasret gözlerimde, ağrılı sızılı bir yalnızlık yaftasıdır boynumda. Hüküm yukarıdan, çile ayaklarımın altındaki arzda; yükselirim kademe kademe, usul usul. Teselliyi ararım gül peygamberin güzide hatıralarında. Bir yol bulurum rüyalardan. Gidip gelirim bir secdelik ömürlerde. Hırka-ı şerifin gölgesinde yürürüm encamıma. Ecel beraattır peygamber mühürlü. Geçtim ben de yetim dünyadan hep bir selamın yüzsuyu hürmetine, hep Resullah’ın hatırına, hırkanın gölgesinde.

Bitti biter yetim bu dünyanın sürgünlüğü de. Başlar gayrı gül kokulu sultanın sonsuzluk türküsü. Dinler ümmet-i Muhammed Muhammedi muhabbetle.

Aşka Yolculuk

Sinan Yağmur

Kapı Yayınları

Sayfa; 265

İstanbul, 2023


Yazar: Faik ÖCAL
Yayın Tarihi: 15.09.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 03.06.2025 10:27

Başa dön tuşu