Murat Kurhan’ın yeni kitabı Geceye Not kitapçılarda

Murat Kurhan, edebiyat dünyasına adımını attığı ilk eseri Geceye Not ile okurlarının karşısına çıktı.

Geceye Not, sadece bir şiir kitabı olmanın ötesinde; doğanın sessizliğinden aşkın coşkusuna, umutsuzluktan umuda, hayal kırıklıklarından yeniden ayağa kalkışa uzanan güçlü bir içsel yolculuk sunuyor. Her bir dizesi, okura kendi ruhunun aynasında yeni bir yansıma vaat ediyor.

Eserde, kimi zaman savaşçı bir ruhun haykırışına, kimi zaman da keşfetmenin masum hayretine tanıklık ediliyor. Bazı sayfalarda kızgınlıkla yüzleşirken, bazı satırlarda da hayranlıkla duraksayacaksınız…

Okurlarına hem duygusal bir derinlik hem de şiirsel bir yolculuk vadeden Geceye Not, samimi dili ve güçlü duygusal anlatımıyla her yaştan okurun kalbinde iz bırakacak nitelikte…

Geceye Not, şimdi tüm seçkin kitapçılarda ve çevrim içi platformlarda edebiyatseverleri bekliyor.

 

 

MURAT KURHAN KİMDİR?

1988 yılının Eylül ayında Kilis’te dünyaya geldim. Kısa bir süre sonra ailemle birlikte Gaziantep’e taşındık. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldum. Üniversite yıllarım boyunca farklı şehirlerde part-time işlerde çalıştım. 2015 yılında kısa dönem askerlik görevimi tamamladıktan sonra, İstanbul ve Ankara’da özel bir şirkette lojistik uzmanı olarak çalışmaya başladım. 2021 yılında evlendim ve Gaziantep’e dönerek bir e-ticaret firmasında lojistik takım lideri olarak görevimi sürdürmekteyim.

Çocukluk ve gençlik yıllarımda doğaya, insanlara ve davranışlara karşı gelişen dikkatli gözlem yetim, zamanla düşünsel bir sorguya dönüştü. Zihnimde doğan bazı sorular doğrudan bilimle, bazıları ise daha derin felsefi temellerle ilgiliydi. Newton’un evrene dair düzenli bakışıyla tanışmam, zihnimi evrensel yapbozlara karşı daha duyarlı hâle getirdi. Ancak zamanla yalnızca dış dünyayı değil, iç dünyayı da anlamlandırma ihtiyacını fark ettim.

Zihinsel yolculuğum boyunca şu sorular zihnimde yankılandı: “Felsefi olarak insan kime denir?”, “Ahlak ve ahlaksızlık nerede başlar, nerede biter?”, “Erdem nedir?”, “İnsan iyi midir, yoksa çok daha iyiyi mi aramalıdır?”

Freud’un bilinçaltı evreni, Jung’un arketipleri, Dostoyevski’nin vicdan muhasebesi, Kafka’nın yabancılaşması, Aristo’nun ölçülü aklı, Zen’in dinginliği, Stoacılığın denge arayışı, Van Gogh’un duygularla boyanmış tuvallerinde yankılanan çığlıklar, Dumas’nın hakikat savaşı, Coelho’nun ruhsal sezgisi… Tüm bu düşünsel ve estetik duraklar bana yolumu bulmamda birer kuzey ışığı oldu ve kendi adımlarımın sesini duymama yardımcı oldu.

Bu entelektüel yürüyüşte hiçbir düşünsel ekole “gur yabani hikâyesi” gibi önyargılı yaklaşmamaya özen gösterdim. Aynı şekilde, hiçbirine körü körüne bağlılık ya da eleştiriden muaf bir fanatizm taşımadım. Sorgulamak benim en doğal refleksim, gözlem ise zihinsel yolculuğumun keskin pusulasıydı.

İnsanın anlam arayışı, merakı, mana verme ya da çıkarma dürtüsü beni sürekli uyanık tuttu. Benden önce yaşamış ve hâlâ yaşayan düşünürleri de rahatsız eden o anlam arayışı ve sorgulama hali, beni de etkisi altına aldı. “İnsan ne için yaşar?”, “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?”, “Hangi noktada insan oluruz, hangi noktada insanlığımızı ebediyen kaybederiz?” gibi sorular ve daha fazlası beni yazmaya itti. Medeniyetimiz, bu soruları soran insanların omuzlarında yükseldi. Naçizane ben de o omuzlara bir omuz olmak istedim.

Bugüne kadar fikirlerin entelektüel tartışmalarına sahne olan medeniyetimiz, artık hiç bilmediğimiz, hatta tanımı dahi tam olarak yapılamamış bir teknolojik gelişimle karşı karşıya. Bu gelişimin sosyolojik etkilerini henüz tam anlamıyla kavrayamadan, büyük bir hızla yaşamaya başlamış durumdayız. O kadar ki, bu gelişmelerin felsefi derinliğini konuşmaya fırsat bulamadan, kendimizi onun içinde buluyoruz. Yapay zekâ ve dijitalleşme çağında, insanlık silikon bir yapıya doğru evrilirken, bu teknolojilerin belki de hiçbir zaman yapamayacağı tek şey “hissetmek” olacak. Bu nedenle “hisseden” kelimesi insan tanımına sıkı sıkıya perçimlenecek. Hal böyleyken, çağımız edebiyatçılara, sanatçılara, felsefecilere, psikologlara ve sosyologlara hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyacak. Çünkü medeniyetimizin yükü, onların omuzlarına yeniden bindirilecek.

İşte bu nedenle, düşünen bir insan olarak ilk edebî eserim Geceye Not’u kaleme aldım. Eserimi yazarken bazen Zen’in suskunluğunda, bazen Stoacıların sabrında, bazen Van Gogh’un renklerindeki sarsıntıda durup içime baktım. Tasavvufun sezgisel kıyılarında yürüdüm; Aristo’nun erdemli aklını, Hint’in iç yolculuğunu, Yunan’ın akılcılığını uzaktan selamladım. Düşünsel yankılar, zihnimin arka sokaklarında dolandıkça bazı cümleler başka sesleri andırır gibi oldu. Ama her defasında kendi içime, kendi izime döndüm.

Başa dön tuşu
Haber Yeni Yüzyıl