Freud’un aynasında anne-oğul aşkı: The Girlfriend’in iç karartan hikayesi

Annelik, fedakârlık mıdır yoksa görünmez bir tahakküm mü? The Girlfriend dizisi, bir oğlun özgürleşme çabasını, patolojik bir kaybetme korkusuna tutunan anneyle çarpıştırıyor. Oda TV’den Elçin Demiröz’ün kalemi bu dramatik tabloyu Freud’un perspektifinden inceliyor.

İşte o yazı…

Bir erkeğin kalbini annesiyle paylaşmak… Kim bunun altından kalkabilir?

Amazon Prime’de izleyiciyle buluşan 6 bölümlük mini dizi The Girlfriend, tam da bu çatışmayı merkezine alıyor. Michelle Frances’ın 2017 tarihli çok satan romanından Gabbie Asher ve Naomi Sheldon tarafından uyarlanan yapımın yönetmen koltuğunda, aynı zamanda başrolleri paylaşan Emmy ödüllü Robin Wright yer alıyor. Andrea Harkin ile birlikte yönettikleri dizinin diğer başrolleri ise Olivia Cooke ve Laurie Davidson.

The Girlfriend’in sosyal medyada ilgi uyandıran ilk karesi, ellerinde bira şişeleriyle yarı çıplak bir şekilde saunada oturan anne ve oğul fotoğrafıydı. Bu samimi ortamın bir gerilim dizisine dönüşmesi için eksik olan tek şey ise yeni bir kız arkadaş! İşte dizi de varlıklı bir ailenin oğlu olan Daniel’in (Laurie Davidson) yeni kız arkadaşı Cherry’yi (Olivia Cooke) ailesiyle tanıştırma sekansıyla başlıyor. Daha ilk tanışma bile oldukça gergin. Cherry, önce isminin alay unsuru olmasıyla tırnaklarını çıkarmaya hazırlanırken, anne oğul arasındaki çelikten duvara çarpıp sendelemesi fazla vakit almıyor. Laura (Robin Wright) güçlü, hırslı ve sürpriz olmayacak şekilde kontrol takıntılı bir anne. Cerrahi eğitimi alan oğlunun hayatında yıllarca “en merkezde” yer aldığı gibi onun için anneliğin tanımı, göbek bağını halen bilinçli olarak kesmediği yetişkin bir erkeğin tüm hayatının kendine ait olduğu yanılsamasından ibaret… Ki yıllar önce kaybettiği kızı sebebiyle bu sanrıya, patolojik bir kaybetme korkusu da el artırtıyor.

Laura’nın Daniel için uğruna göze alamayacağı hiçbir şey yok gibi… Daniel ise annesiyle arasındaki bağın yaratabileceği komplikasyonların farkında biri olarak bu sınırsızlığın altında giderek daha eziliyor. Ama gün gelip çatıyor ve hayatının kontrolünü ilk kez eline alabileceği bir ilişkinin eşiğine geliyor. İşte Cherry tam da bu noktada sadece Daniel’in değil, hepsinin hayatına yıldırım gibi giren gizemli bir karakter. Bir taraftan Daniel’i içtenlikle seviyor ancak basamakları hızla tırmanmak gibi de bir telaşı var. Geçmişinden çok mutlu değil, kıyafetleri bile sahte… Bir yandan herkesi kendine inandıran bir çekiciliğe sahip.. Her seferinde cebinden çıkardığı yeni bir hikaye, izleyiciyi şüphede bırakmaya yetiyor da artıyor bile… Tabii kadınlar kadınların kokusunu alır da Laura durur mu? Cherry’i yakın takibe alıyor ve oğlunu onun yapabileceklerinden korumak için sanal bir savaş başlatıyor. Her şeyin duvarlara sıçraması an meselesi… Peki nasıl?

Büyümemiş anneler ve oğulları

Anne ile oğul arasındaki bağ, doğanın hem saf hem de karmaşık ilişki ve çelişkilerinden biri… Sevgiyle başlayan o temas, zamanla bir kimlik alanına dönüşür ve çeşitlenir. Bir taraftan kadın çocuğunu sadece bir çocuk olarak görmez; onu ruhsal eksikliklerinin ve özellikle de eril ihtiyacının tam ortasına kondurulmuş bir hediye paketi gibi görebilir. Çocuk ise annenin onayıyla var olabildiği bir ilişkiye güdümlendikçe, kendi özünün yolunu hatırlayacak ipuçlarından da giderek uzaklaşır. Annesi tarafından yaratılmış bu kontrol alanı aslında gerçek hayattan kopuktur. Tüm kuralların anne tarafından yazıldığı bir anayasa ile yönetilen bu ülke, gerçekten biri gelip o dünyaya çarpıp, şansı varsa çocuğu uyandırıncaya kadar sanaldır da… Annenin sevdikçe koruduğu, yalnızlaştırdığı, alt bilinçte kendine bağımlı kıldığı sevgisi, çocuk için oksijen maskeli bir kafestir. Belki de bu yüzden kimi erkeklerin hiçbir zaman tam anlamıyla büyüyememeleri, olgunlaşamamaları, sorumluluk üstlenememeleri de bundandır. Çocuk bir yetişkin olduğunda hayatına giren kadını, hiçbir zaman tam anlamıyla hayatına buyur edemez veya etse bile ilişkinin tabiatındaki anne gölgesi her şeyi daha da zorlaştırır. Bu, bilinçli olmayan bir toksisitedir. Sevgiyle başlayıp bir sarmaşık gibi çocuğu saran, sevgi görünümlü bir kaybetme korkusunun – aslen zehirli – yan etkisidir. Ve belki de en tehlikelisi budur: Annenin tamamen kendi ihtiyaçlarının, eksikliklerinin, üstesinden gelinmemiş yüzleşmelerinin yerine koyduğu kişinin bir terapist yerine çocuğu olması durumu…

Türkiye gibi kapalı toplumlarda bu örtük bağımlılıklarla hatırı sayılır oranda karşılaşılmasına alışık olsak da The Girlfriend’in Amerikalı kadın yönetmeni ve başrol oyuncusu Robin Wright da The Guardian’a yaptığı açıklamada ilginç bir noktanın altını çiziyor : “Artık içerik konusunda çok fazla rekabet içindeyiz. Her şey oldukça cüretkar ve şok edici. Çıtayı yükseltip annenin oğlunu öpmesini sağlamak zorunda kaldık. Bu çok saçma ve tuhaf gelse de gerçekten oluyor.”

İşte The Girlfriend, cephanesini bir skandal yaratmak yerine izleyiciyi huzursuz edecek bir melodramın içinde saklıyor. Ama gerçekten saklıyor çünkü mesele, ateşi Oedipus tarafından yakılmış yıllardır süregelen sessiz ve duygusal işgal. Cherry’nin hikayesi tam da bu patolojinin üzerine, kendi arızalarıyla şahlanıp tuz biber serpiyor. Laura’nın kontrolü, Daniel’in özgürleşme çabasıyla kafa kafaya geldikçe günün kazananı Cherry oluyor. Bu üçlüde kimse ne tam anlamıyla suçlu, ne de masum. Tek geçerli olan, herkesin kendi geçmişinde rehin kaldığı…

Robin Wright hikayeyi sadece bir anne-oğul gerilimi olarak değil, büyüyememiş anne ve çocuklarını büyütmeye çalışan; ya da bunu bir fırsat olarak okuyan kadınların aynasından anlatarak ek bir sorumluluk da üstleniyor.

Bazen bir çocuğun özgürleşmesi için, bir annenin de kendi çocukluğunun ve yaşanmamış gençliğinin arazlarını halletmiş olması gerekir.

Belki de bu yüzden yapımın finali, Laura’nın son hamlesini Daniel’in suskunluğuyla içiçe geçirip Cherry’nin bilinmezliğiyle soslayarak izleyiciyi, asıl şimdi başlamakta olan bir hikayenin tam ortasına bırakıyor.

(Sigmund Freud veya doğum adı ile Sigismund Schlomo Freud, psikolojinin en önemli alt dallarından biri olan psikanaliz biliminin kurucusu olan Avusturya doğumlu Yahudi nörolog. Psikanaliz, hasta ile psikanalist arasında gerçekleşen diyalog yoluyla psikopatolojik vakaları tedavi etmekte kullanılan klinik yöntemidir.)

 

Başa dön tuşu