Büyüyemeyen Çocukların Şarkısına Bir Nakarat – Edebiyat

Sen sevip de kavuşamadığım olarak kalacaksın hep bütün ezanların gölgesinde. “Minarede Güvercinler” bir başka ağlayacak, bir başka zamana çağıracak. Ben aşkın celladına anlatacağım ölüme ve hayata dair bütün sırlarımı, cennet ve cehenneme dair bütün korkularımı.

“Kapıdaki Hüzün” hep benimle kalacak, duvarda “Çatırdayan Aynalar” görülecek. 13 yıldır her ağacı sen diye seviyorum, her ağaca senin isminle sesleniyorum, her ağaçta babamın pişmanlığını yeşertiyorum. Kapı geçmişim oldu, ayna ise geleceğim. Kapıda babamın görmeyen gözleri, aynada benim acılı gençliğim… İçindeki babam öldükçe sana yakınlaşıyordum, içimdeki babamdan af diledikçe kalbim kalbime doğruluyordu. İçimdeki babama benzedikçe sen de bana benziyordun. Sırtını dayadığın ağaçta tabutun duruyordu, ben görüyordum ve susuyordum.

“Pencereden” dışarıya bakıyorum, sadece zengin hayatlar ile yoksul ölümler arasındaki uçurumları görüyorum. Halise’nin intiharına esir olmuş Nedim. Tülay kendi hayatını kurmuş bir başkasının darağacında mecburi gayri ihtiyari. Tuğba annesinin ölümünden sorumlu tutacağı yeni bir kurban aramakta. Pencerenin pervazına kuş, çocuk ve kadın ölümleri düşüyor aynı anda. Kuş ölüleri uzakların şarkısına çağırıyor, çocuk ölüleri kıyametten haber veriyor, kadın ölümleri mevsiminde doğan baharların devrinin hitama erdiğini söylüyor. Hep bir ağızdan tek tek.

“Tak tak tak; Şahika” ben geldim efsunlu ölümün, apansız gidişin. Sen tam gittin ölümünle, ben yarım kaldım hayatımla. Beni buralarda unutma ha, Şahika! Ben, bahtsız Necati. “Efsunlu sarmaşık”ım hemen başımın üzerinde duruyormuş, ayaklarımın altında can özümü kurutan “aşeka”, ayaklarımın altında yarım kalmış, öksüz bir aşk hikayesi, ayaklarımın altında kahpe fakları. Beni sen tutuyordun Şahika. Sen gittin ben yarım kaldım, dağıldım, savruldum. Hala başımın üzerindeki gökte seni aramaktayım: Tak, tak, tak…

Duvarda unutulmuş bir resim gibidir “Yoksulluk Kokusu” hesap soracağı vakti bekler. Şefika Teyze, sen bana sevdirmiştim emeğin ve alın terinin kokusunu. Sende görmüştüm dertlerinden derman yapma hünerini. Hikayemin en güzel mevzusuydun sen ve hep de öyle kalacaksın. Anılarımda yaşayacak annemle dostluğun babamın ölümünde yitirirken kendimi.

Ben ne zaman ki Naci’yi Servet’in hikayesinde gördüm, o anda kararımı verdim: Yazgıma el koyacaktım, “büyüyemeyen” bir çocuk olmaktan vaz geçecektim. Kendi şarkımı okuyup kendi yolumda gidecektim. Hayal kurmak için değil hayat kurmak için gelmiştim dünyaya. Başkalarının hayat hikayesinde beklemeyecektim, başkalarının gölgesinde çürümeyecektim. Madem ki Tarık yıldızıydım ismime göre yaşayacaktım. Biliyordum: Asıl koruyucuya rücu etmeyen sahte koruyucuların gölgesinde çürür şarkısını okumadan.

“Homurtular” duyuyorum içeriden, dışarıda ayetlerin uğultusu. Benim iç homurtularımın, Allah’ın ayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Yola çıkıyorum, homurtular ile uğultuların kesiştiği yerde gerçeği görüyorum ve hakikate teslim oluyorum. Her ses insanı kaderine götüren, hikayesine çağıran bir vasıtaymış sebepler dairesinde, geç anladım.

Büyüyemeyen Çocukların Şarkısı

Enes Can

104 s.

Ahenk Kitap

İstanbul, 2025


Yazar: Faik ÖCAL
Yayın Tarihi: 23.04.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 23.04.2025 09:48

Başa dön tuşu
online money gaming