Aşamadığımız Hendek: Ödül-Ceza – Düşünce

Gerek çocuk eğitiminde gerek iş hayatımızda gerekse toplum düzeni sağlama çabalarımızda dönüp dolaşıp önüne geldiğimiz, bir türlü faydasını göremediğimiz ama alternatifini de bulamadığımız bir kavramla karşılaşıyor, şu tek yumurta ikizi kardeşlere muhtaç kalıyoruz: Ödül ve Ceza.

Çocuklara istediğimizi yaptırmak ya da istemediğimizi yaptırmamak, onlara yeni bir şey öğretmek, çalışanların verimini artırmak, trafikte düzeni sağlamak, huzurlu bir yaşamın vergisini ödemek gibi tüm sorumluluklarımız ya bir ödüle ya da cezaya bağlanmış durumda. Oysa insandan beklenen davranışların insana benimsetilmesini hedefleyen bu sistemin çıkış noktası ve tüm dayanağı maalesef hayvan deneyleri. Kafeste, ölümüne aç tutulan farelere biçilen görevler ve bu görevleri tamamlaması karşılığında onlara verilen ödüller üzerinden yapılan deneylerde elde edilen olumlu(!) sonuçlar bizi insan gözüyle fareleri değerlendirmeye değil de fare gözüyle insanları değerlendirmeye vardırmış, farkında değiliz.

51pcdvqwc9l Konuya bu yönden yaklaşan Alfie Kohn, notları ve kaynakçası hariç 400 sayfalık kitabında ödül-ceza sisteminin işe yaramazlığına ısrarla dikkat çekiyor. Öyle ki okurken bir şeyi bu kadar uzatmaya, bu kadar çok tekrarlamaya gerek var mı diye düşünüyorsunuz. Belki de karşıtlığındaki bu mükerrerlik, onun savına gelen dayanaksız itirazların tekrarına ve başka bir çözüm üretmek konusundaki çaresizliğimize dayanıyor. Kohn, ilk baskısı 1993 yılında yayımlanan ve geçtiğimiz yıllarda güncellenmiş -ama iddiasından hiç sapmamış- 25. yıl baskısı okura sunulan “Ödüllerle Cezalandırılmak” adlı eserinde ödül-ceza sisteminin yararsız olduğunu ifade etmekle yetinmiyor, büsbütün zararlı olduğunu da söylüyor. Çünkü yazarın atıfta bulunduğu tüm bilimsel çalışmalar gösteriyor ki ödül kısa vadede etkili gibi görünse de uzun vadede isteği, ilgiyi ve verimi düşüren bir motivasyon kaynağı. Bunun aksini, yani ödülün işe yaradığını ortaya koyan bir bilimsel çalışma da bulunmuyor. Ödül için yapılan bir işte o işi yapanın tüm dikkati ödüle odaklanıyor, kişi işin özünden uzaklaşıyor, işin niteliği ve değeri üzerine kalıcı bir fikre sahip olamıyor. Bunun yanı sıra ödülü elde etmeye çalışanlar arasında iş birliği değil, rekabet oluşuyor, rekabetçilerin gayrıahlakî yöntemlere başvurma ihtimali artıyor, ödül elde edildikten sonra işin devamı gelmiyor. Ödül tekrarlandığında veya artırıldığında da sonuç değişmiyor. Bu konuda ilkokullarda, liselerde, üniversitelerde ve şirketlerde yapılan onlarca araştırma örnek gösterilmiş ancak en çok bilinen iki örneği hatırlatmakta fayda görüyorum. Hikâyeyi bilirsiniz; çocuklar, kapısının önünde oturan yaşlı bir adama her gün laf atar, onunla alay eder hatta işi hakarete vardırırlar. Yaşlı adam bir gün çocukları yanına çağırır ve bu davranışı tekrarladıkları her gün onlara birer dolar vereceğini söyler. Ertesi gün dediğini yapar ve işittiği hakaretler karşılığında hepsine birer dolar verir. Ama bir sonraki gün çocuklara ancak yirmi beş sent verebileceğini söyler. Ve bir sonraki gün de bir sentten fazlasını veremeyeceğini. Dördüncü gün çocuklar hakaret etmeyi bırakırlar çünkü bir sent o işi yapmaya değecek bir bedel değildir. Bu hikâye, bir ders vermek için akıllıca üretilmiş bir kurgudan ibaret gibi görünse de tüm araştırmalar insan davranışındaki bu eğilimi teyit etmektedir. İki grup çocuk bir yapbozla uğraşmak üzere laboratuvara alınırlar; kendilerine para (ya da ödül) teklif edilen çocuklar süre tamamlandığında ve vadedilen ödülü aldıklarında yapbozla uğraşmayı bırakırlar ancak kendilerine yapbozla uğraşmak dışında hiçbir şey vadedilmeyen çocuklar süre tamamlansa da yapbozla uğraşmaya devam ederler. Buradaki temel fark bir grubun ödül için diğer grubun ise yapbozla uğraşma zevki için o işi yapıyor olmalarıdır ve bu hemen hemen her iş için geçerlidir.

Bu tespitin öğrenme konusundaki karşılığı eğitim sistemlerinin zaafını ortaya koyuyor. Ödeve, nota, ödüle, sınava dayalı tüm sistemlerde öğrencinin odağı notu elde etmek oluyor. Öğrenilmekte olan bilginin neden öğrenildiği, ne işe yarayacağı, nasıl kullanılacağı ve bunların hangi sonuçları üreteceği konusunda zihinlerde bir fikir oluşmuyor ve dolayısıyla bilgi kalıcı olmuyor. Periyodik tabloyu ezberleyerek not almanın saçmalığını düşünelim. Peki, böylesi ezberleri izah edecek bir dayanağımız olmamasına rağmen neden bu tür uygulamalarda ısrarcıyız? Yazarın bu soruya acı cevabı: Yerine koyacak başka bir şey bulamamamız. Yani biz aslında hiçbir şey yapmamak yerine saçma bir şey yapmaya çalışıyoruz ve doğal olarak bu saçma şeyi yapmak içimizden gelmeyeceği için onu bize yaptıracak bir motivasyon üretmek zorunda kalıyoruz. Gerçekten işe yarar, seçme şansına sahip olduğumuz, nasıl öğretileceği konusundaki kararlara dâhil olabildiğimiz bilgileri öğrenmenin zevkini yaşamak yerine içi boş bir öğrenme sürecini önce ödüllerle (not/sınav) anlamlandırıyor ve sonra da o ödüllere ulaşarak kendimizi tatmin ediyor, aslında kandırıyoruz. Kitabı okurken aklıma şu soru geldi: En iyi notları alan, sınavları kazanan öğrenciler önlerinde bir not ya da sınav değerlendirmesi olmasa da o öğretim sürecinden en çok faydalanan öğrenciler olmayacak mı? Büyük ihtimalle olacaklar. Peki, tam tersi durumdaki öğrenciler -mevcut ölçütlerle tembel ya da beceriksiz ilan ettiklerimiz- önlerinde bir not ya da sınav değerlendirmesi olmasa da o derslere ilgi duymamaya devam edecekler mi? Yazar burada o geride kalanların eskisi kadar geride kalmayacağını, önde gidenlerinse daha fazla ve nitelikli bilgilere sahip olacağını savunuyor ve bunu ispat eder nitelikte araştırmalar da ortaya koyuyor ama biz durumlarının değişmeyeceğini var sayalım. Bu durumda not, kimi öğrenci ve ailesi için yoğun bir baskı olmaktan kimi öğrenci ve ailesi içinse hiçbir şey ifade etmemekten öte ne işe yarıyor? Gayet açık ki notun ödül olarak da ceza olarak da aslında gerçek bir karşılığı yok. Akademik olarak faydasız, psikolojik olarak zararlı, bireysel olarak yalnızlaştırıcı, toplumsal olarak bölücü, dayatılmış ve sanal bir kavram.

Aynı durum çalışanlar için de geçerli. Yazar bu alanda da savını ispat ettikten sonra konuyu asıl merak edilene getiriyor: Ödül ve ceza olmadan motivasyonu nasıl artıracağız? Ödül-ceza ya da buna benzer herhangi bir dış motivasyon kaynağının çalışmadığından emin olduğumuzda başvuracağımız çare “iç motivasyon” olarak öne çıkıyor. İç motivasyonun kapsamı biraz netameli olmakla beraber en temel tanımını “herhangi bir dış motivasyona bağımlı olmaksızın insanın içinden gelen bir dürtü” olarak yapabiliriz. Bir işe duyulan merak, ilgi, istek; o işi yaparken alınan hazza bağımlı olmak, herhangi bir koşula bağlanmaksızın o iş üzerinde geçirilen zamandan keyif almak şeklinde genişletmek de mümkün. Biraz somutlaştıralım; neredeyse hiçbir maddi getirisi olmadığı hâlde yıllardır okuyup yazıyor olan birçok kalem erbabını bu işte sebat ettiren şeydir “iç motivasyon”. Özellikle sanatkârların yaşadığı akış hâlidir. İşini çok seven, para ihtiyacı olmadığı hâlde tatil günlerinde bile iş yerinde olmayı tercih edenlerin sabah uyandıklarında hissettikleri aceledir. Uzaya ilgi duyan bir çocuğun; kitapları, dergileri, belgeselleri, interneti dibine kadar araştırması, ne bulursa hatmetmesidir. İşte devamlı ve verimli bir öğrenmenin yegâne itkisi bu içten ve kendiliğinden gelen dürtüdür.

Bu durumda yeni bir soruyla karşı karşıyayız: Çoğu çalışanın, yaptığı işe maaş ya da kâr düşüncesi ile sarıldığı gerçeğini inkâr edemeyeceğimize göre kişinin hedefini ödül kavramının dışında tutabilir miyiz? Evet, maaş ya da kâr; verilen emeğin bir karşılığı elbette olacak ancak bunun bir koşula bağlanmaması, kontrolcü bir üst yapı/kişi tarafından ölçüt olarak kullanılmaması, üstün performans karşılığında verilecek bir primin zamanının ya da miktarının önceden bildirilmemiş olması, çalışanın iş geliştirme süreçlerine katılması, ona işiyle ilgili bazı seçeneklerin sunulması, övgü ya da yergi yerine kendisine nitelikli geribildirimlerde bulunulması gibi yollarla çalışanın iş ortamındaki huzurunun artırılması ve bütün bunların bir rekabet ortamı oluşturmayacak şekilde, iş birliğini tetikleyecek, tüm çalışanları kapsayacak biçimlerde yapılması öneriliyor.

Uzun lafın kısası, konu çocuk eğitimi de olsa, çalışan verimliliği de olsa yapılması gereken şey, öncelikle muhatabımızın ortadaki öğrenilesi konunun ya da bitirilesi işin ne için yapıldığını, ne sağlayacağını, ne zaman ve nerede lazım olacağını, nasıl kotarılacağını anlamasını, ardından süreçten alabileceği keyfin en fazlasını almasını sağlamak. Görev tamamlandığında ona sözlü övgü de dâhil herhangi bir ödül vermemek; süreçle ilgili nitelikli, gerçekçi geribildirimlerde bulunmak. Bir sonraki görevlere dair içinde kendiliğinden yeşerecek şevk filizlerini beklemek.

Alfie Kohn’un ödeve muhalefet eden “Ev Ödevi-Bir Öğretim Efsanesi” adlı kitabı, “Koşulsuz Ebeveynlik” ve “İnsan Doğasının Aydınlık Yüzü” adlı kitapları da benzer minvallerde dolanan, eğitime ve insana dair çarpıtmaları irdeleyen kitaplar olarak biliniyor. Günün hassasiyetleri ile yazarın ismi sizde de bir Yahudi tedirginliğine sebep oldu mu bilmem; bende oldu. Önce bir araştırdım; Amerikalı olduğunu buldum, özgeçmiş kayıtlarında belirtilmemiş ama yapay zekâ kendisinin diğer metinlerinden yaptığı çıkarımlarla Yahudi olduğunu söyledi. Dolayısıyla güncel fikirlerini öğrenmek için X hesabını inceledim. Gördüm ki İsrail’in yaptıklarını açıkça soykırım olarak niteliyor, Filistinlilerin masumiyetine ve yaşadığı zulme dikkat çeker nitelikte onlarca paylaşımı var. Bunlara X üzerinde palestinians (from:alfiekohn), Israel (from alfiekohn), genocide (from:alfiekohn), slaughter (from:alfiekohn) anahtar kelimeleriyle yapacağınız aramalarla ulaşabilirsiniz. Özellikle bir paylaşımında, dünyanın üç bölgesinde otoriterliğin yükseldiğini, bunların Hindistan, İsrail ve Avrupa olduğunu, her üçünde de farklı dinlerden (Hinduizm, Yahudilik, Hristiyanlık) kaynaklanan şiddetin tek bir dinin mensuplarına, Müslümanlara yöneldiğini ifade ediyor ki bu tespiti onun konumundaki biri için oldukça nesnel ve cesur buldum. (https://x.com/alfiekohn/status/1822604530091012572) Hatırlarsınız, önceki değerlendirmelerimden biri de Gabor Mate kitaplarıyla ilgiliydi ve o zaman da aynı incelemeyi yapmış ve aynı teyidi vermiştim. Güncel durumla ilgili görüşlerinde batağa saplanmış birilerinden alabileceğimiz hiçbir ders, faydalanabileceğimiz hiçbir fikir olamayacağı için akıllarda bir şüphe oluşmaması adına bu yazının kaynağıyla ilgili rahatlatıcı açıklamayı da zaruri buldum.

Çocuklarımız ve gençlerimiz ile ilişkilerimizde ancak sevgiye, ilgiye, koşulsuzluğa muhtaç olduğumuzu ve kolay kolay değişmeyecek ama değişmesi için adım atmak zorunda olduğumuz konuları bizlere hatırlatan bu tip kitapları atlamamayı tavsiye ediyorum. Birey olarak bakışlarımızın değişmesi zaman alacak, toplumun bu konuları aşması belki asırlara mal olacaktır ancak gerekli adımlar atılmadığında olduğumuz yerde sayacağımız gerçeği içimizden gelen bir dürtü olarak bize bu hedefi koymaktadır.

Ödüllerle Cezalandırılmak

Alfie Kohn

Çeviri: Yiğit Ataman

Görünmez Adam Yayıncılık

Eylül 2022

544 sayfa


Yazar: A. Erkan AKAY
Yayın Tarihi: 07.07.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 10.06.2025 12:16

Başa dön tuşu
Haber Yeni Yüzyıl